Bu yıl ne kadar şanssız bir yılımda olduğumu
Bir kez daha gördüm.
Bir gün içinde yaşadıklarımı okuyunca
Hem güleceksiniz,
Hem de “yuh” diyeceksiniz belki de...
*
Dün sabah saat 5 civarlarında uyandım ve
Saat 9’da kalkacak olan uçağa binmek üzere
Atatürk Havalimanı'na gittim.
Bu sene Lizbon’da yapılan
EuroEcho 2007’ye katılmak üzere...
*
Sabah saatlerinde
Hiçbir problem yaşamamış olmama rağmen
Olayı en başından tarif etmek
Çok daha komik olacaktır.
*
Yaklaşık kırk gün önce
Portekiz Konsolosluğu’na
Vize almak için başvuruda bulundum.
İlk gittiğimiz gün konsolosluk
Problem çıkarmayacak gibi görünse de
Sonraki günlerde nasıl bir problem yaratacağını,
Gözlerimizin önüne serdi.
İlk gün evraklarımı kabul etmişlerdi ama
Bu teslim işleminden iki gün sonra beni arayarak,
Orijinal davetiye istediklerini söylediler.
Davetiyenin gereksiz olduğunu,
Bunun bir kongre olduğunu ve
Davet edilmeksizin gidebileceğimi
Anlatmaya çalışsam da kâr etmedi.
Ben de organizasyon firması ile temasa geçerek,
Orijinal davetiye isteminde bulundum.
Kredi kartı bilgisi falan istediler.
Ücret talep ettiler.
“Tamam” dedim.
Benim için olumsuzluk içeren
Tüm istemlere sorgusuz onay verdim.
Tam bu işlemler bitmişken,
Portekiz Konsolosluğu’ndan bir kez daha aradılar ve
Davetiye mektubunu;
“Portekiz’den bir Portekizli göndermeli
Aksi takdirde vize alamazsınız” dediler.
Bunu söyleyen kıza, çok kızdım ama
Kurduğum cümleler hiçbir şey değiştirmedi.
İlla istedikleri davet yazısı gelecek.
Bu konuşmalardan tahmini 20 gün sonra,
Konunun uzmanı bir doktorun çabası ile alınan
Orijinal davetiye mektupları elimize ulaştı.
Daha önceden
“Pasaportu almaya başka biri gelebilir” derlerken
Bu sefer de illa siz geleceksiniz demeye başladılar.
Ve sonuçta, uçuştan sadece bir gün önce
Vizemi ve pasaportumu alabildim.
*
Ama gelin görün ki Lizbon’a geldiğimde ve
Antalya’daki Yenilikler Kongresi’nde konuştuğum
Bazı doktorlardan öğrendiğim kadarıyla,
Bazıları hiç davetiye vermeden vizelerini almıştı ve
Çıldırmamak elde değildi.
Ben ve benimle beraber işlem yapılan
Yaklaşık 10 kişi süründürülmüş
Ve hatta doktorlardan biri vize alamamıştı.
Olacak iş değildi yani.
*
Neyse yine uçuş gününe gelelim.
Check-in işlemini sorusuz yaptım.
Tam pasaport kontrolüne girecekken,
Elbise askılığının sapı koptu.
Zaten zor taşıdığım eşyalarımı taşıyamaz oldum.
Polis memurunun önüne geldiğimde,
Kolaylık olsun diye çıkarıp
Cebime koyduğum yurtdışı çıkış dekontunu
Bir türlü bulamadım.
Tüm ceplerimi defalarca karıştırdım,
Çantama defalarca baktım, yok!...
Tam çıldırmak üzereyken,
Daha önceden 10 kez baktığım
Mont cebime bir kez daha baktım ve oradaydı.
Bulunamaması imkânsızdı ama
İlk bakışlarımda bulamamıştım.
Neyse sorunsuz pasaport işlemini de geçtim.
Pasaport kontrolünün arkasındaki
Duty-free mağazalarının birinden,
Yeni bir askı buldum.
Görevli nazlansa da, sonuçta bir askı verdi.
Onun da pantolonluğu yoktu.
Ama idare etmek zorundaydım ve ettim de.
*
Uçağa bindik, Paris’e geldik.
Hesaba göre elli dakika vardı,
Aktarma yapacağımız uçağın kalkışına ama
Biz ellinci dakikada
Olmamız gereken yere anca varabildik ve
Kaybettiğiniz sadece doktor hanımların,
Tuvalet için verdikleri beş dakikalık molasıydı.
Başka kayıp zamanımız yoktu.
Uçak erken inmiş olmasına rağmen,
Körüğün uçağa yanaşamaması ve
Bizim önce merdivenle aprona inip
Gerisingeri körüğe çıkmamız sırasında
Kaybettiğimiz zamanı saymazsak.
Sonra pasaport kontrolü,
Metrelerce yürünen yol,
Binilen iç hat treni,
Bunlar hep olağan sürecin içerisindeydi.
*
Son güvenlik kapısına geldiğimizde,
Uçağın kalkış saatiydi ve
Ekranda “Boarding Closed” yazıyordu.
Bu sırada doktor hanımın
Parfümleri için verdiği kavgayı
Bir kenara koyuyorum tabii ki.
Bütün parfümlerine el koydular...
*
Son güvenlik kapısına geldiğimizde,
Bir zenci görevli beni
En sondaki X-Ray cihazına yönlendirdi.
Bu zenci ki,
Muhtemelen 2 metre boyunda
Devasa bir yapıya sahip,
“Aaaa” dese insanı korkutacak yapıda biriydi.
Neyse, tüm eşyalarımı X-Ray cihazının önüne koyup,
Kontrolden geçmiştim.
Eşyalarımı bekliyordum.
Ama bir türlü cihaz çalışmadı.
Aynı görevli,
Tüm eşyalarımı o banttan
Diğer X-Ray bandına taşıdı.
Ben de olabildiğince hızlı bir şekilde
Eşyalarımı topladım ve
Olur ya yetişebiliriz ümidiyle,
64 No.lu çıkış kapısına koştum.
Doktor hanımlar da peşimde.
Gittiğimde kimsecikler yoktu.
Yan masada duran
Başka bir firmanın görevlisine durumu aktardım.
“On beş dakikadır orada olduğunu fakat
Geldiğinden beri kimseyi görmediğini” söyledi.
Yani kapılar kapanalı en az on beş dakika olmuştu.
Yine aynı görevlinin tarifleri üzerine
Air France bilet satış ofisine gittim.
Durumu aktardım.
Yetişmenin mümkün olmadığından falan bahsettim.
Birkaç dakikalık bir konuşma sonucunda
Görevli ikna oldu ve
Bize bir sonraki uçuş için
Ücretsiz bilet kesmeye razı oldu.
Doktor hanımları çağırdım.
Tam işleme başlayacağız,
Farkettim ki pasaportum yok.
Son hatırladığım yer,
Son güvenlik noktasındaki X-Ray cihazıydı.
Oradaki kutulardan birine koymuştum ve
Muhtemelen oradaki görevli eşyalarımı
Bir taraftan diğer tarafa taşırken,
Pasaportumu unutmuştu.
Ve ben de aceleden
Neleri X-Ray cihazına koyduğumu düşünmemiş
Cihazdan çıkan bana ait tüm eşyaları toplayıp,
Çıkış kapısına doğru koşmuştum.
Pasaportumun kaybolması
Benim o hava alanında
Mahsur kalmam anlamına geliyordu.
*
Önce beni X-Ray cihazına yönlendiren
O dev zenciyi buldum.
İlk anlarda önemsemiyor ve
Bütün heybetiyle karşımda duruyordu.
Sonrasında nasıl kızdıysam,
Neler söylediysem hatırlamıyorum,
O dev küçüldü küçüldü, küçüldü,
Minicik bir hale geldi ve
Kaçtı gitti karşımdan.
Bu arada tüm görevlileri ayağa kaldırmama rağmen
Pasaportu bulamamışlardı.
Çaresiz doktor hanımların yanına döndüm.
Bilet kesim işlemini tamamlamak için...
Beni bekliyorlardı ama pasaport yoktu.
Bir an doktor hanımlardan birinin elinde
Kaçırmış olduğumuz uçağa ait bileti gördüm.
Bilet pasaportun içindeydi.
Ve bilet buradaysa,
Pasaport da burada bir yerlerde olmalıydı.
Zihnimi çalıştırınca
Pasaportu 65 No.lu kapıdaki görevliye
Verdiğimi hatırladım.
Ve tüm eşyalarımı, pasaport dahil her şeyi
Doktor hanımlardan birine teslim etmiştim ama
Gelirken pasaportumu görevliden almayı unutmuştum.
Jet gibi uçarak 65 No.lu kapıya gittim ve
Pasaport işte oradaydı.
Masanın üzerinde sahipsiz bir şekilde
Beni bekliyordu.
*
Yeni biletleri aldık.
72 No.lu kapının en yakınına oturduk.
Üç saat kadar bekleyecektik.
*
Bu bekleyiş esnasında
Dönüş aktarmasındaki iki uçuş arasında
Kırk dakikalık bir zaman olduğunu farkettik.
Yine yetişmemiz imkansızdı.
Hemen güvenliğin dışındaki
Air France bilet satış ofisine giderek,
Biletlerimizi değiştirmek istedik.
En uygun uçak sabah saat 07:40’daki uçuştu.
Mecburen kabul etmiştik.
Bu yeni bilet ile birlikte on saat kadar
Hava alanında bekleyecektik ama
Böyle olması çok daha risksiz ve güvenilirdi.
*
Sonra şirketten arkadaşımı aramak aklıma geldi.
Süper bir hızla sorunumuzu çözdü ve
Bizi saat 11:50’deki Paris-İstanbul uçuşuna aktardı.
Doktor hanımlardan biriyle benim
Tüm biletleme sorunlarımız çözülmüştü.
Ama diğer doktor hanımın dönüş bileti kalmıştı.
Onu da çözmek için tekrar bilet satış ofisine gittim.
Onun da aynı uçağa bilet alması için görevlilerle konuştum.
Bir süre sonra ona da yer buldular.
*
Artık rahat bir şekilde Lizbon uçağına binebilirdik.
Binişe yirmidakika kala
Türkiye’deki kongreye katılmayan doktorların
Bana emanet ettikleri posterlerin olmadığını farkettim.
Nereden unutmuştuk acaba?
Yaşanan bu koşuşturmalar sırasında,
Tüm eşyalarımı sürekli doktor hanımlara teslim etmiştim.
Ama nerede nasıl unutulmuştu ben hatırlamıyordum.
Ama doktor hanımlar posterleri hiç hatırlamıyorlardı.
*
O kadar çok yer değiştirmiştik ki.
Durduğumuz yerleri tek tek kontrol ettim,
Görevlilere sordum ama posterler yoktu.
Pasaportumu kaybettiğime bu kadar üzülmemiştim.
Çünkü bana verilen emanetlere sahip çıkamamıştım.
Kabul edilebilir bir şey değildi.
Yaşadığım bu çaresizlik içinde,
Pasaportumu kaybettiğimi sandığım zaman diliminde
“Kayıp Eşya” bölümünün yerini öğrenmiştim.
Son çare oraya gittim.
Evet, işte, oradaydı.
Ve inanılmazdı.
*
Büyük bir keyifle tekrar 72 No.lu kapıya gittim.
Doktor hanımlarla birlikte Lizbon uçağına,
Eksiksiz ve sorunsuz bir şekilde bindim.
*
Paris’te Lizbon uçağının kalkışını beklerken,
Bagajlarımızın durumu aklımıza gelmişti.
İki ya da üç kez değişik görevlilere
“Ne olur acaba?” diye sorduk.
“Bineceğiniz uçakla birlikte Lizbon’a gidecektir” dediler.
*
En nihayetinde Lizbon’a ulaştık.
İlk gelen bagajlarla doktor hanımlar bavullarını aldılar.
Ben son bavul hattan çıkana kadar bekledim fakat
Benim bagajım gelen bagajlar içinde değildi.
“Haydeeeeee, şimdi üç günde o da gelmez” diye söylenerek
Bir kez daha “Kayıp Eşya” ofisine gittim.
Görevli kaydımı aldı.
Bugün muhtemelen bavulumu teslim edeceğini söyledi.
Ama hiç umudum yoktu.
*
Çaresizlik içinde otele gittim.
Kaydımı yaptırdım ve otel görevlisine;
Bavulumun uçuşta kaybolduğunu ama
Bu akşam otele teslim edileceğini söyledim.
“Saat 21:00 gibi gelebilirmiş” dedim.
Görevli kadın gülerek
Ve biraz da dalga geçerek,
Bunun mümkün olmadığını söyledi.
“İmkansız” falan dedi.
“Aman yaa, ne yapayım, üzemem şimdi kendimi” diyerek,
Doktor hanımlar ile birlikte akşam yemeğine çıktım.
*
Yemekten döndüğümüzde saat 21:00 gibiydi ve
Odaya gittiğimde bavul oradaydı işte.
İnanılmazdı!..
Allah bütün gün boyunca eşeğimi önce kaybettirip
Sonra buldurmuştu.
*
Keyifle duş aldım,
Tam duştan çıkacağım
Bir baktım banyoyu su başmış.
Hiç ilgilenmedim.
Görmezlikten geldim ve keyifle uyudum.
*
Bu yazıyı yazana kadar da
Herhangi bir sorunla karşılaşmadım.
Hadi hayırlısı...
05 Aralık 2007
Lizbon
Bir kez daha gördüm.
Bir gün içinde yaşadıklarımı okuyunca
Hem güleceksiniz,
Hem de “yuh” diyeceksiniz belki de...
*
Dün sabah saat 5 civarlarında uyandım ve
Saat 9’da kalkacak olan uçağa binmek üzere
Atatürk Havalimanı'na gittim.
Bu sene Lizbon’da yapılan
EuroEcho 2007’ye katılmak üzere...
*
Sabah saatlerinde
Hiçbir problem yaşamamış olmama rağmen
Olayı en başından tarif etmek
Çok daha komik olacaktır.
*
Yaklaşık kırk gün önce
Portekiz Konsolosluğu’na
Vize almak için başvuruda bulundum.
İlk gittiğimiz gün konsolosluk
Problem çıkarmayacak gibi görünse de
Sonraki günlerde nasıl bir problem yaratacağını,
Gözlerimizin önüne serdi.
İlk gün evraklarımı kabul etmişlerdi ama
Bu teslim işleminden iki gün sonra beni arayarak,
Orijinal davetiye istediklerini söylediler.
Davetiyenin gereksiz olduğunu,
Bunun bir kongre olduğunu ve
Davet edilmeksizin gidebileceğimi
Anlatmaya çalışsam da kâr etmedi.
Ben de organizasyon firması ile temasa geçerek,
Orijinal davetiye isteminde bulundum.
Kredi kartı bilgisi falan istediler.
Ücret talep ettiler.
“Tamam” dedim.
Benim için olumsuzluk içeren
Tüm istemlere sorgusuz onay verdim.
Tam bu işlemler bitmişken,
Portekiz Konsolosluğu’ndan bir kez daha aradılar ve
Davetiye mektubunu;
“Portekiz’den bir Portekizli göndermeli
Aksi takdirde vize alamazsınız” dediler.
Bunu söyleyen kıza, çok kızdım ama
Kurduğum cümleler hiçbir şey değiştirmedi.
İlla istedikleri davet yazısı gelecek.
Bu konuşmalardan tahmini 20 gün sonra,
Konunun uzmanı bir doktorun çabası ile alınan
Orijinal davetiye mektupları elimize ulaştı.
Daha önceden
“Pasaportu almaya başka biri gelebilir” derlerken
Bu sefer de illa siz geleceksiniz demeye başladılar.
Ve sonuçta, uçuştan sadece bir gün önce
Vizemi ve pasaportumu alabildim.
*
Ama gelin görün ki Lizbon’a geldiğimde ve
Antalya’daki Yenilikler Kongresi’nde konuştuğum
Bazı doktorlardan öğrendiğim kadarıyla,
Bazıları hiç davetiye vermeden vizelerini almıştı ve
Çıldırmamak elde değildi.
Ben ve benimle beraber işlem yapılan
Yaklaşık 10 kişi süründürülmüş
Ve hatta doktorlardan biri vize alamamıştı.
Olacak iş değildi yani.
*
Neyse yine uçuş gününe gelelim.
Check-in işlemini sorusuz yaptım.
Tam pasaport kontrolüne girecekken,
Elbise askılığının sapı koptu.
Zaten zor taşıdığım eşyalarımı taşıyamaz oldum.
Polis memurunun önüne geldiğimde,
Kolaylık olsun diye çıkarıp
Cebime koyduğum yurtdışı çıkış dekontunu
Bir türlü bulamadım.
Tüm ceplerimi defalarca karıştırdım,
Çantama defalarca baktım, yok!...
Tam çıldırmak üzereyken,
Daha önceden 10 kez baktığım
Mont cebime bir kez daha baktım ve oradaydı.
Bulunamaması imkânsızdı ama
İlk bakışlarımda bulamamıştım.
Neyse sorunsuz pasaport işlemini de geçtim.
Pasaport kontrolünün arkasındaki
Duty-free mağazalarının birinden,
Yeni bir askı buldum.
Görevli nazlansa da, sonuçta bir askı verdi.
Onun da pantolonluğu yoktu.
Ama idare etmek zorundaydım ve ettim de.
*
Uçağa bindik, Paris’e geldik.
Hesaba göre elli dakika vardı,
Aktarma yapacağımız uçağın kalkışına ama
Biz ellinci dakikada
Olmamız gereken yere anca varabildik ve
Kaybettiğiniz sadece doktor hanımların,
Tuvalet için verdikleri beş dakikalık molasıydı.
Başka kayıp zamanımız yoktu.
Uçak erken inmiş olmasına rağmen,
Körüğün uçağa yanaşamaması ve
Bizim önce merdivenle aprona inip
Gerisingeri körüğe çıkmamız sırasında
Kaybettiğimiz zamanı saymazsak.
Sonra pasaport kontrolü,
Metrelerce yürünen yol,
Binilen iç hat treni,
Bunlar hep olağan sürecin içerisindeydi.
*
Son güvenlik kapısına geldiğimizde,
Uçağın kalkış saatiydi ve
Ekranda “Boarding Closed” yazıyordu.
Bu sırada doktor hanımın
Parfümleri için verdiği kavgayı
Bir kenara koyuyorum tabii ki.
Bütün parfümlerine el koydular...
*
Son güvenlik kapısına geldiğimizde,
Bir zenci görevli beni
En sondaki X-Ray cihazına yönlendirdi.
Bu zenci ki,
Muhtemelen 2 metre boyunda
Devasa bir yapıya sahip,
“Aaaa” dese insanı korkutacak yapıda biriydi.
Neyse, tüm eşyalarımı X-Ray cihazının önüne koyup,
Kontrolden geçmiştim.
Eşyalarımı bekliyordum.
Ama bir türlü cihaz çalışmadı.
Aynı görevli,
Tüm eşyalarımı o banttan
Diğer X-Ray bandına taşıdı.
Ben de olabildiğince hızlı bir şekilde
Eşyalarımı topladım ve
Olur ya yetişebiliriz ümidiyle,
64 No.lu çıkış kapısına koştum.
Doktor hanımlar da peşimde.
Gittiğimde kimsecikler yoktu.
Yan masada duran
Başka bir firmanın görevlisine durumu aktardım.
“On beş dakikadır orada olduğunu fakat
Geldiğinden beri kimseyi görmediğini” söyledi.
Yani kapılar kapanalı en az on beş dakika olmuştu.
Yine aynı görevlinin tarifleri üzerine
Air France bilet satış ofisine gittim.
Durumu aktardım.
Yetişmenin mümkün olmadığından falan bahsettim.
Birkaç dakikalık bir konuşma sonucunda
Görevli ikna oldu ve
Bize bir sonraki uçuş için
Ücretsiz bilet kesmeye razı oldu.
Doktor hanımları çağırdım.
Tam işleme başlayacağız,
Farkettim ki pasaportum yok.
Son hatırladığım yer,
Son güvenlik noktasındaki X-Ray cihazıydı.
Oradaki kutulardan birine koymuştum ve
Muhtemelen oradaki görevli eşyalarımı
Bir taraftan diğer tarafa taşırken,
Pasaportumu unutmuştu.
Ve ben de aceleden
Neleri X-Ray cihazına koyduğumu düşünmemiş
Cihazdan çıkan bana ait tüm eşyaları toplayıp,
Çıkış kapısına doğru koşmuştum.
Pasaportumun kaybolması
Benim o hava alanında
Mahsur kalmam anlamına geliyordu.
*
Önce beni X-Ray cihazına yönlendiren
O dev zenciyi buldum.
İlk anlarda önemsemiyor ve
Bütün heybetiyle karşımda duruyordu.
Sonrasında nasıl kızdıysam,
Neler söylediysem hatırlamıyorum,
O dev küçüldü küçüldü, küçüldü,
Minicik bir hale geldi ve
Kaçtı gitti karşımdan.
Bu arada tüm görevlileri ayağa kaldırmama rağmen
Pasaportu bulamamışlardı.
Çaresiz doktor hanımların yanına döndüm.
Bilet kesim işlemini tamamlamak için...
Beni bekliyorlardı ama pasaport yoktu.
Bir an doktor hanımlardan birinin elinde
Kaçırmış olduğumuz uçağa ait bileti gördüm.
Bilet pasaportun içindeydi.
Ve bilet buradaysa,
Pasaport da burada bir yerlerde olmalıydı.
Zihnimi çalıştırınca
Pasaportu 65 No.lu kapıdaki görevliye
Verdiğimi hatırladım.
Ve tüm eşyalarımı, pasaport dahil her şeyi
Doktor hanımlardan birine teslim etmiştim ama
Gelirken pasaportumu görevliden almayı unutmuştum.
Jet gibi uçarak 65 No.lu kapıya gittim ve
Pasaport işte oradaydı.
Masanın üzerinde sahipsiz bir şekilde
Beni bekliyordu.
*
Yeni biletleri aldık.
72 No.lu kapının en yakınına oturduk.
Üç saat kadar bekleyecektik.
*
Bu bekleyiş esnasında
Dönüş aktarmasındaki iki uçuş arasında
Kırk dakikalık bir zaman olduğunu farkettik.
Yine yetişmemiz imkansızdı.
Hemen güvenliğin dışındaki
Air France bilet satış ofisine giderek,
Biletlerimizi değiştirmek istedik.
En uygun uçak sabah saat 07:40’daki uçuştu.
Mecburen kabul etmiştik.
Bu yeni bilet ile birlikte on saat kadar
Hava alanında bekleyecektik ama
Böyle olması çok daha risksiz ve güvenilirdi.
*
Sonra şirketten arkadaşımı aramak aklıma geldi.
Süper bir hızla sorunumuzu çözdü ve
Bizi saat 11:50’deki Paris-İstanbul uçuşuna aktardı.
Doktor hanımlardan biriyle benim
Tüm biletleme sorunlarımız çözülmüştü.
Ama diğer doktor hanımın dönüş bileti kalmıştı.
Onu da çözmek için tekrar bilet satış ofisine gittim.
Onun da aynı uçağa bilet alması için görevlilerle konuştum.
Bir süre sonra ona da yer buldular.
*
Artık rahat bir şekilde Lizbon uçağına binebilirdik.
Binişe yirmidakika kala
Türkiye’deki kongreye katılmayan doktorların
Bana emanet ettikleri posterlerin olmadığını farkettim.
Nereden unutmuştuk acaba?
Yaşanan bu koşuşturmalar sırasında,
Tüm eşyalarımı sürekli doktor hanımlara teslim etmiştim.
Ama nerede nasıl unutulmuştu ben hatırlamıyordum.
Ama doktor hanımlar posterleri hiç hatırlamıyorlardı.
*
O kadar çok yer değiştirmiştik ki.
Durduğumuz yerleri tek tek kontrol ettim,
Görevlilere sordum ama posterler yoktu.
Pasaportumu kaybettiğime bu kadar üzülmemiştim.
Çünkü bana verilen emanetlere sahip çıkamamıştım.
Kabul edilebilir bir şey değildi.
Yaşadığım bu çaresizlik içinde,
Pasaportumu kaybettiğimi sandığım zaman diliminde
“Kayıp Eşya” bölümünün yerini öğrenmiştim.
Son çare oraya gittim.
Evet, işte, oradaydı.
Ve inanılmazdı.
*
Büyük bir keyifle tekrar 72 No.lu kapıya gittim.
Doktor hanımlarla birlikte Lizbon uçağına,
Eksiksiz ve sorunsuz bir şekilde bindim.
*
Paris’te Lizbon uçağının kalkışını beklerken,
Bagajlarımızın durumu aklımıza gelmişti.
İki ya da üç kez değişik görevlilere
“Ne olur acaba?” diye sorduk.
“Bineceğiniz uçakla birlikte Lizbon’a gidecektir” dediler.
*
En nihayetinde Lizbon’a ulaştık.
İlk gelen bagajlarla doktor hanımlar bavullarını aldılar.
Ben son bavul hattan çıkana kadar bekledim fakat
Benim bagajım gelen bagajlar içinde değildi.
“Haydeeeeee, şimdi üç günde o da gelmez” diye söylenerek
Bir kez daha “Kayıp Eşya” ofisine gittim.
Görevli kaydımı aldı.
Bugün muhtemelen bavulumu teslim edeceğini söyledi.
Ama hiç umudum yoktu.
*
Çaresizlik içinde otele gittim.
Kaydımı yaptırdım ve otel görevlisine;
Bavulumun uçuşta kaybolduğunu ama
Bu akşam otele teslim edileceğini söyledim.
“Saat 21:00 gibi gelebilirmiş” dedim.
Görevli kadın gülerek
Ve biraz da dalga geçerek,
Bunun mümkün olmadığını söyledi.
“İmkansız” falan dedi.
“Aman yaa, ne yapayım, üzemem şimdi kendimi” diyerek,
Doktor hanımlar ile birlikte akşam yemeğine çıktım.
*
Yemekten döndüğümüzde saat 21:00 gibiydi ve
Odaya gittiğimde bavul oradaydı işte.
İnanılmazdı!..
Allah bütün gün boyunca eşeğimi önce kaybettirip
Sonra buldurmuştu.
*
Keyifle duş aldım,
Tam duştan çıkacağım
Bir baktım banyoyu su başmış.
Hiç ilgilenmedim.
Görmezlikten geldim ve keyifle uyudum.
*
Bu yazıyı yazana kadar da
Herhangi bir sorunla karşılaşmadım.
Hadi hayırlısı...
05 Aralık 2007
Lizbon

0 Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınızda küfür, hakaret, incitici söz, küçük düşürücü ifade olmamalıdır. Uygun olmayan içerik olması durumunda yorumlarınız silinecektir.