Aslında herşey süperdi. İstanbul’a gitmiş, işlerimizi halletmiş, trafiğinden ve sıcağından bunalmıştık. Ve ben de, bu konu ile ilgili tüm İstanbul’da yaşayan arkadaşlarla dalgamı geçmiştim. Ankara’yı kendimce yüceltmiş, İstanbul’u küçülte küçülte miniminnacık hale getirmiştim. İstanbul tüm bu durumu izlemiş ve “sen misin öyle yapan” diyerek , tüm lanetini üzerime gönderip, daha Ankara’ya giriş yapamadan, nasıl iğrenç bir gece geçireceğimin tüm planlarını hazırlamıştı bile... 🙂
Mine Hn.la beraber keyifli bir uçuş geçirmiş, bagajımızı almış, otoparka bıraktığımız arabanın ödemesini yapmak için ödeme noktasına gelmiştik. Elimdeki tüm paketleri güzelce ödeme noktasının kenarına yerleştirmiş, Burhan çantamı da masanın üzerine koymuştum. Görevli hatunla biraz sohbet ettikten, otopark fiyatlarını gösterir bir belgeyi aldıktan, isim ve fatura bilgilerimizi kaydettirdikten ve kontrol ettikten sonra, düzgünce ödeme noktasının kenarına dizmiş olduğum çantaları toplayıp arabayı teslim almaya gittik. Bu arada kolaylık olması için, aracı getirecek olan şöföre vereceğim bahşişi de hazırlamış bir avucumda tutuyordum.
Tüm eşyalarımızı arabaya yerleştirdik ve şehre doğru yola koyulduk. Bu arada Tanju Bey’de Ankara’daydı ve kendisini nasıl alacağımızın planlarını yapmıştık. Tanju Bey’i otelinden aldık, sonra ne yesek hesabı yaparak Beykoz’a gitmeye karar verdik. Canımız kokoreç çekmişti Mine Hn.la çünkü. Arabayı Beykoz’un önüne çekip otopark görevlisine teslim etmek isterken, para çantamı aradım fakat bulamadım. Herhalde Tanju Bey almıştır diye Tanju Bey’in yanına gittim. Çünkü kaybetmiş olma ihtimalimi her insan gibi düşünmek bile istemiyordum:
     ‐ Tanju Bey çantamı siz aldınız değil mi?
     ‐ Ne çantası?
     ‐ Para çantam,
     ‐ Yok ben almadım, hem niye senin çantanı alayım ki
     ‐ Ha ha haa (gülüştüm diyeceğim ama sadece dudaklarımın yukarı kalkmış olması muhtemel)
Tekrar arabaya gittim haliyle... Koltukların altına bakmak için eğilmeniz gerekir ya arabaya doğru. Popom Hoşdere caddesinin ortasında, kalan vücudum aracın koltuklarının altına bakmak üzere, koltuk arası boşluğa girmiş durumda, bir dakika kadar inceledim aracı. Çanta yok. Bir daha baktım yine yok. Bagaja baktım. Orada da yok. Koltukların altına yine baktım yine yok (ilk kontrolden sonra hala niye bakıyorsam). Allah allah... Nerede bu çanta, benim Burhan çantam 
🙂
Yapacak birşey yok, kokoreçimi yemek üzere Beykoz’a geri döndüm. Giden gitmiş yemeğin zevkini çıkarmak en güzeli.
Mine Hn. ve Tanju Bey ile olayın kritiğini yaptık ve çanta otopark ödeme noktasında olmalı şeklinde bir sonuca ulaştık. O zaman ne yapabiliriz. Elbette telefon edip durumu sorabiliriz. Ama bende hiçbir belge yok. Bütün bu şanssızlığın içinde, yine her zamanki gibi başka şanslar devreye giriyor ve Tanju Bey İstanbul’da, arabasını, aynı şirketin kontrolünde olan otoparka bıraktığını söylüyor. Hemen İstanbul Atatürk Havaalanını aradım. İlgili görevliye ulaştım, oradan Ankara’nın numarasını aldım, Ankara Esenboğa Havaalanını aradım, ve burada ödeme yaptığım hatuna ulaştım:
     ‐ İyi akşamlar Ertan Günay ben
     ‐ Ertan Bey, efenim bizi nasıl korkuttunuz anlatamam
     ‐ Şey diyecektim acaba, çantamı kaybettim de orada mıdır acaba
     ‐ Evet evet, çok heyecanlandık gerçekten...
     ‐ İçimden: Yazıııııkkkk, nasıl da heyecanlanmış, beni ve çantamı düşünmüş ama afferim sorumluluk sahibi de ayrıca, tebrik ediyorum
     ‐ Ama Erol Günay Bey’e ulaştıydık zaten. Haaa haa haa
     ‐ Yok yok Ertan benim adım (Bu arada gülecek halim olmadığı gibi, algılama kapasitem de yerlerde, görüldüğü üzere 
🙂).
     ‐ Evet Ertan Bey, ben Erol Bey’e ulaştık dedim zaten
     ‐ Haa anladım teşekkür ederim, iyi akşamlar
     ‐ İyi akşamlar.
Mine Hn.la Tanju Bey’e döndüm ve “orada unutmuşum” dedim. Büyük bir sevinç oluştu, ama ben hala gülemiyorum çünkü keyfimin yerine gelebilmesi için biran önce o çantayı almam lazım. Bu arada Mine Hn. “kaça kadar açık ki acaba orası” diye sorunca, yukarıdaki konuşmanın bu kadar kısa kesilmemesi gerektiğini farkedip, tekrar telefon edip kapanma saatini öğrenmeye çalıştım:
     ‐ Merhabalar, tekrar Ertan Günay ben
     ‐ Aaaaa merhabalar Ertan Bey
     ‐ Sizi tekrar rahatsız ediyorum ama kaça kadar oradasınız acaba, gelsem alabilir miyim çantamı?
     ‐ Tabii tabii ne demek, biz sabaha kadar buradayız, 24 saat açık yani bizim ofisimiz. Ama çantanız bizde değil, güvenlikte
     ‐ Olsun olsun problem değil, ben 1 – 1.5 saat içerinde orada olacağım. Çok teşekkür ederim.
     ‐ Biz teşekkür ederiz.
     ‐ İyi akşamlar
     ‐ İyi akşamlar...
Neyse yemeğimizi keyifle yiyip, Mine Hn.ı eve bıraktığım sırada, havaalanına gitme planı yapacaktım ki aracın deposu boş, depo ikaz ışığı yanıyor. Ve tüm OPET istasyonları yolumun tam aksi yönünde.... Bu arada Mine Hn. haklı olarak uyarıda bulundu:
     ‐ Ertan aman ha hızlı gitme polis çevirebilir.
     ‐ Yok Mine Hn. birşey olmaz
     ‐ Sen yine de dikkatli ol ne olur ne olmaz
     ‐ Yok yok dikkat ederim
Hemen plan yaptım, Çetin Emeç’ten Konya yoluna gidip, Gölbaşı istikametine devam edeceğim, bu kanatta OPET var, buradan benzin alacağım, benzini aldıktan sonra Erzurum mahallesi kavşağından geri dönüp havaalanına gideceğim. Süper, en kestirme yol bu... Ama benzin alırken başka şeyler geldi aklıma. Kimlik yok, ehliyet yok, ruhsat yok, ben ben miyim başka biri miyim belli değil. Polis çevirse mahfoldum. Bu sebeple uzun ama çevreyolundan gitmeliyim. Bu arada, Allah’tan Mine Hn.ın aklına gelmiş ve bana bir miktar para vermişti. Yoksa üç kuruş para da yoktu cebimde. 
🙂
Çevreyolundan havaalanına doğru yola koyuldum. Çevre yolundan çıkıp, havaalanı yoluna girdikten ve havaalanına baya bir yaklaştıktan sonra, olabilecek en kötü şey oldu ve bir polis ekibi beni çevirdi. O an zihnimden geçen şeyler şunlardı: Kimlik yok, otelde kalamam. Evin anahtarı yok, evde kalamam. Ehliyet yok, ruhsat yok kesin mahfoldum, geceyi nezarette geçireceğim. Ama olsun, en azından kapalı bir yerde olacağım ve muhabbet edecek birileri olur. İlk kez güldüğüm nokta burasıydı belki de. Bu da ne kadar garip biri olduğumu gösteriyor aslında 
🙂
Ama gel gör ki, olay hiç tahmin ettiğim gibi gelişmedi:
     ‐ İyi akşamlar efenim
     ‐ İyi akşamlar memur bey
     ‐ Ehliyet ve ruhsat lütfen
     ‐ Şimdi memur bey, 2 saat kadar önce uçaktan indim, otopark ödemesini yaptıktan sonra çantamı ödeme noktasında bırakmışım, kendilerini telefonla aradım onlardaymış, havaalanına çantamı almaya gidiyorum (hani yerse diye lafı dolaştırıyorum)
     ‐ Olsun efenim, biz bilgisayarla kontrol ederiz şimdi, sizi şöyle alalım
     ‐ Başka bir polis memuru: Adınız, soyadınız, baba adınız, anne adınız ... vs. vs......... Eveeeettttt, teşekkürler Ertan Bey iyi yolculuklar
     ‐ İçimden: “Allah allah hayırdır inşallah, niye tutuklamıyorlar ki acaba” diye düşünebildim sadece
Bunu düşünürken havaalanı sınırlarındaydım bile 
🙂
Hemen aracı otoparka bıraktım, ödeme noktasına gittim. “Allahım” kimse yok. Muhtemelen suratımdaki ifade 180 derece değişmiştir. Acaba nerededir diye düşünürken, arkama bir döndüm bir polis memuru geçiyor.
     ‐ Efenim çantamı unutmuştum, adım Ertan Günay, gelirsem alabileceğimi söylemişlerdi, nereden alabilirim çantamı
     ‐ Aaaa o sen misin, Ertan Günay (muhtemelen içinden geçen, “işte çantasını unutan salak bu” ha ha ha)
     ‐ (Hayatımın hiçbir evresinde bu kadar tanınmış olmayı başaramadım) Evet efenim o benim.
     ‐ Sanırım kayıp eşya bölümünde çantanız.
     ‐ Kayıp eşya nerede
     ‐ Tam şu karşıda ama kapalı galiba, gidin bir bakın açık değilse telefonla ulaşalım kendisine
     ‐ (Koşarak gittim ve bağırarak) Kapalı ne yapacağız
     ‐ Telefonu söyleyin
     ‐ Sıfır üç yüz on ik.....
     ‐ Hayır hayır o değil, kağıtta yazan numara
     ‐ Kağıtta numara felan yazmıyor
     ‐ Hadi canım, o zaman nasıl ulaşsak ki acaba
O an rezil bir gecenin başlayacağını anlamıştım....
Ben polis memuruna denk geldiğimde, eş zamanlı olarak saatime de bakıyordum ve saat 00:03 idi. Kayıp eşya bürosunun kapısındaki çalışma saati bölümü ise 08:00 – 24:00’dır şeklinde yazıyordu. 3 dk. için mi kaybedecektim bu kadar zamanı. Çok sinir bir durumdu... Neyse polis memuru, “gel yaparız birşeyler” diyerek beni yanında götürdü. Silah teslim bölümüne gittik. Bana bir sandalye buldu. 30 yere telefon etti ve sonunda işimi çözdü. Yaptığı konuşmalar şöyleydi:
     ‐ Alooo, kiminle görüşüyorum, Ayşe Hn. iyi geceler, ben polis memuru Kemalettin, burada çok yakın bir dostum var, çok zor durumda, çantasını unutmuş, çantası da kayıp eşyaya teslim edilmiş, kayıp eşya şu an kapalı, eğer çantasını alamazsa, kimliği yok otele gidemez, anahtarı yok eve giremez, bu durumda bu dostum bu kardeşim mahfolacak, çok zor durumda bir yardımcı olsak
     ‐ İçimden: Bir insan bu kadar iyilik yapamaz, kesin rüşvet isteyecek 
🙂
     ‐ Aloo Naci Bey, çok yakın bir dostum .............. (aynı cümleler)
     ‐ İçimden: Yok yaw iyi bir adam sadece yardımcı olmaya çalışıyor.
     ‐ Aloo Naci Bey buldunuz mu anahtarları, ............., hadiiii bulamadınız mı?, ................,hay allah ne yapsak ki, ....., ne Ferhat mı, ......., telefonu var mı, ........., yazıyorum, ........, Ferhat, .........., sıfır vs. vs.
     ‐ İçimden: Yok be yaw bir insan hayatta karşılıksız bu kadar iyilik yapmaz, kesin rüşvet isteyecek.
     ‐ Alooovvv, Ferhat’çım polis memuru Kemalettin ben, çok yakın bir kardeşim burada şu an ............ (yine aynı cümleler), tamam şimdi arabasıyla gelip alacak seni, ............., in in hemen in, ................, dur kendisine veriyorum; sen bulunduğun yeri tarif et dostuma, çok mağdur durumda,
     ‐ Aloo Ferhat bey iyi geceler,
     ‐ İyi geceler Ertan bey
     ‐ Sizi de rahatsız ettik, indirdik servisten gecenin bu vakti, ve almaya geleceğim sanırım sizi, neredesiniz şu an?
     ‐ Eryaman
     ‐ İçimden: “Yuuhhhhhhh”. Dışımdan: “ooo çok güzel, nasıl bulabilirim sizi”
     ‐ Göksu parkın girişindeyim.
     ‐ Tamam yarım saate oradayım, ben sizi nasıl tanıyabilirim
     ‐ Hava karanlık ya pantolonumu siyah olarak görürsünüz, gömleğim beyaz gravatım da beyaz
     ‐ Peki Ferhat Bey, yarım saat sonra oradayım....
Kemalettin bey’e teşekkür edip ayrılacağım ki:
     ‐ Ertan Bey, Ferhat’a nasıl ulaşacaksın, telefon yok bir şey yok
     ‐ Ben tarifi aldım, kendisini bulurum
     ‐ Nasıl bulacaksın yahuu, al şu telefonu
     ‐ İçimden: “Alırsam şimdi kesin rüşvetin değeri artar alma sakın”. Dışımdan: “Çok teşekkürler, bulurum ben vallaaaa”
     ‐ Yaw allahın adını verdim al allah aşkına şunuuu, nasıl olsa geri geleceksin, verirsin geldiğinde geri
     ‐ İçimden: “yok yaw bu kadar kötümser olmamalıyım, adam iyilik yapmaya çalışıyor”. Dışımdan: “Gerçekten çok mersi, hallederim ben”
     ‐ Ehh sen bilirsin.... Ben yapabileceğimi yaptım...
Bu arada polis memuru ile şöyle bir diyalog geçti aramızda:
     ‐ Ne iş yapıyorsunuz Ertan Bey
     ‐ Medikal işleriyle uğraşıyoruz
     ‐ Ooo güzel, hangi konuda
     ‐ Ultrason, ekokardiyografi gibi şeyler (bunları söylemenin tehlikeli olduğunu bildiğim için geçiştirmeye çalışıyorum)
     ‐ Haaa eko demek, stent de satıyor musunuz? Benim kalbimin 3 damarı da tıkalı, sürekli check-up yaptırıyorum. Uygun stendi nereden buluruz acaba.
     ‐ Valla Kemalettin bey, o konuları hiç bilmem, eko deseniz tamam da (bu aslında idam fermanım olabilecek bir cümle ama kaçırmış bulundum bir kere)
     ‐ Eko’yu Yüksek İhtisas’ta çektiriyorum zaten, bana kaliteli ama ucuz stent lazım. Devletin verdiği çok kötüymüş, diğerleri de çok pahalı.
     ‐ Gerçekten mi, hiç bilgim yok, ilgi alanımızın dışında, ben sadece neşter operasyonunu biliyorum ha ha ha
Böyle uzayıp gitti konuşma her telefon arasında. Bilgi mi almaya çalışıyor, rüşvet mi istiyor bir türlü anlayamadım. Çünkü bir başka diyalog şu idi aramızda geçen:
     ‐ Ertan Bey, çantanız maalesef bomba muamelesi gördü
     ‐ İçimden: “Neeeeee bomba mı, patlattılar mı yani şimdi, o zaman niye uğraşıyorum ki”. Dışımdan: “Gerçekten mi,patlatmadınız inşallah ha ha ha”
     ‐ Yok yok sizi farklı kameralardan izledik, yanınızda bir bayan da vardı, terorist olma ihtimaliniz yoktu
     ‐ Hııımmmm, süpermiş, kameralar haa
     ‐ Evet 3 farklı kamera kayıtlarından izledik sizi. Bazen daha çok kameradan bile izlenebilirsiniz, süper yaptılar bu binayı
     ‐ Gerçekten mi, sürekli kontrol altındayız yaniii
     ‐ Evet... Haaa bu arada, çantanızı biraz kestiler ama.
     ‐ İçimden: “Ne kestiniz mi”. Dışımdan: “Sağlık olsun, sizlerden değerli mi”
     ‐ Mecburen, bomba imha uzmanının kendini tehlikeye atmaması gerekiyordu.
     ‐ İçimden: “Demek ödeme noktasındaki görevli bundan bahsediyormuş, bomba imha uzmanı felan gelmiş ve baya bir olay yaşanmış, halbuki ben de çantamı kaybettiğim için korkmuş ve heyecanlanmış sanmıştım, ne kadar salağım ha ha ha”. Dışımdan: “Haaaaaaa”
Tüm bu konuşmalardan sonra, birçok kameranın bizi izlediğini öğrenmiştim. Haliyle ne kadar rüşvet isterse istesin kimseye birşey vermeyecektim (zaten vermem ya). Daha sonra hediye alıp götürürüm diye düşündüm.
Yola çıktım, Eryaman’a gittim, Ferhat Bey’i tam söylediği yerde ve tam tarif ettiği şekilde buldum. Muhabbet ederek havaalanına geldik. Giderken de gelirken de hep çevreyolunu kullandım ki, polis kontrol noktasına girmeyelim. Havaalanına ilk gelirkenki çevrildiğim noktada bu sefer çevirmediler. Aracı yine otoparka teslim ettim. Kayıp eşya ofisine gittik. Kapıyı tam açtık, Kemalettin bey yanımızda bitti. Ferhat bey’i almaya giderken, “Aman haa dönüşte uğra unutma sakın bizi” demişti. Ben de içimden “Yaw açık açık söylese de kurtulsak, birşey istiyorsa söylesin de bilelim sıkıldım artık allah allah” diye geçirmiştim. Kayıp eşya ofisinin kapısını açarken yanımızda bitince ilk tepkim “s.çtık” şeklinde oldu.
Bu arada ben saatlerce uğraşmış, görevliyi Eryaman’dan almış, çeşitli badireler atlatmışken, gecenin 3’ünde vatandaşın biri açık olan Kayıp eşya bölümüne geldi ve:
     ‐ İyi akşamlar, sabah güvenlik kontrolünde naylon poşet içerisinde bir kağıt unutmuşum
     ‐ Nasıl birşey
     ‐ İşçilerin izin tarihlerini yazan bir kağıt, çok önemli
     ‐ Ben içimden: “De git lam, önemli dediği şeye bak, bir de gelmiş beleşe konuyor zaten, biz uğraşalım sen gel hazır açılmış kayıp eşya bürosuna kon, olacak iş değil”
     ‐ Efenim öyle bir kayıt almamışız,
     ‐ Ama nasıl olur size teslim ettiklerini söylediler, olmaz ki ama böyle terbiyesizce bir durum. Bir kağıda bile sahip çıkamıyorsunuz (sanki kendisi çıkabilmiş).
     ‐ Yine içimden: “lan git olm, şimdi kızacaklar çantayı alamadan kapalı kardeşim diye çekip gidecekler”
     ‐ Maalesef beyfendi size yanlış bilgi vermişler, öyle bir evrak maalesef bize ulaşmadı
Konuşma böyle uzayıp gitti. 2 dk.da alacağım çantayı yarım saat sonra teslim alabildim. Bu arada, rüşvet düşüncelerimi hasır altı yapıp, olabildiğince pişkin ve yüzsüz olarak, almıştım çantamı. Kemalettin bey hala şansını deniyordu sanırım. Ferhat Bey ile Kemalettin Bey arasında geçen son konuşma:
     ‐ Nereye gidiyorsunuz Kemalettin Bey,
     ‐ Gelin gelin buradan da otoparka gidersiniz
     ‐ Şuradan yürüyen merdivenle çıkıp gidelim otoparka, daha kolay bizim için
     ‐ Yok yok buradan da aynı şekilde gidebilirsiniz.
     ‐ İyi napalım
     ‐ Gelin gelin
Tamam dedim içimden bu sefer kesin rüşveti isteyecek.
     ‐ Gelin yaw ben de bir sigara içeyim dışarıda, siz de karşıya geçer gidersiniz otoparka
     ‐ Sigara sağlığa zararlıdır Kemalettin Bey
     ‐ Olsun yav içeyim bir tane, size iyi geceler, geçmiş olsun
     ‐ Çok teşekkürler valla, siz olmasanız hallolmazdı bu iş
     ‐ Ne demek estağfirullah, görüşmek üzere
     ‐ Görüşmek üzere
Ferhat Bey ile bindik arabaya. Ferhat Bey otopark ödemesini yaptırtmadı. Israrlarıma rağmen, “bizim de yaptırabileceğimiz şeyler var Ertan Bey, zaten mağdur olmuşsunuz, burada bir daha size otopark parası ödettirmeyelim”. Allah allah inanılır gibi değil, farklı bir dünya da mı yaşıyoruz diye düşündüm bir ara. Ama ama hayır, Ankara’da yaşıyoruz, başkentte. İstanbul tüm bunları izlerken , böylesi bir iyiliğin vuk’u bulacağını hesaplayamamıştır doğrusu. 
🙂
Ferhat Bey’i evine bıraktıktan, kendisini bizzat ziyaret edeceğimi ifade ettikten ve Eryaman’ın içlerinde kaybolduktan sonra, en nihayetinde İstanbul yoluna çıkabilmiştim. Her şey bitmişti, artık huzurluydum. Ve evime gidip rahatça yatabilirdim.... Diye düşünürken bir çevirme noktası daha ve yine:
     ‐ İyi akşamlar efenim, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, ve ehliyet ruhsat lütfen
     ‐ Valla memur bey, sorabileceğiniz en zor soruyu sordunuz, anlatayım izninizle. Havaalanından ayrılırken çantamı ödeme nok........ vs. vs. (olayı genişçe özetledikten sonra), çantaya benzeyen zımbırtı arkada poşetin içerisinde, hala istiyorsanız beraber arayıp ehliyeti ve ruhsatı bulabiliriz.
Ben, ki düzenli biriyim, çantamda herşeyin yeri bellidir, gözüm kapalı elimi çantaya attığımda en ufak bir şeyi bile bulabilirim. Sanırım çantamın bu kadar karmakarışık olması beni o kadar sinirlendirmişti ki, kurduğum cümleler polis memurunu bile güldürecek kadar trajikomikti 
🙂 Ölüyordu gülmekten, “allah çarpmış zaten seni bizim birşey yapmamıza gerenk yok, yürü yoluna” der gibiydi ve iyi geceler seromonisini tamamlayarak yola koyuldum. Eve varıp, birkaç işimi halledip, yatağa girdiğimde saat 05:00’ı geçiyordu.
Yine eşşeklerimi kaybedip, sonra tekrar bulmuştum bütün gece. Eşşekler yanımda olduğuna göre rahatça uyuyabilirdim.
Ben de öyle yaptım zaten...


09 Temmuz 2008
Ankara